İnsanın yaşamında ve kişilik gelişiminde ana dilinin çok önemli
bir yeri vardır. Dili yeterli düzeyde olan kişiler genellikle daha
sağlıklı ilişki kurarlar, hayatta daha çok başarılı olurlar. Kendi
dilini iyi bilip düzgün kullanmanın önemli bir yararı da yabancı bir
dili öğrenmeyi kolaylaştırmasıdır. Gerçekten, etkili bir yabancı dil
öğretiminin altyapısını, iyi bir ana dili eğitimi oluşturur.
Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda
annemin sütüdür” diyerek yücelttiği, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise
“Türkçem benim ses bayrağım” diyerek hem yücelttiği hem de
kutsallaştırdığı dilimize bugün gerekli özeni gösteriyor muyuz?
İnsanlarımızda bugün Türkçe sevgisi, ana dili duygusu, dil bilinci ve
duyarlığı yeterince var mı? Bu soruların iyice düşünülmesi, sürekli göz
önünde tutulması gerekir.
Dil öğrenimi beyni, dolayısıyla düşünceyi değiştirir, biçimlendirir.
Sosyal yapının iç dokusunu ana dili oluşturur. Oysa Türkçemiz giderek
zayıflıyor, güdükleşiyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava
kirlenmesi, siyaset kirlenmesi gibi çeşitli kirlenmelerin yanı sıra, bir
de “dil kirlenmesi” vardır. Dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından
görülen eksikler, Türkçenin geleceği için ciddî bir tehlikedir.
BAŞLICA SORUNLAR
Bugün Türkçemizle ilgili başlıca güncel sorunları şöyle
sıralayabiliriz: Özensizlik ve yanlış kullanım, yabancı sözcük tutkusu,
yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimi birbirine karıştırma,
Türkçenin bilim dili olmadığı görüşü, Türkçe öğretimindeki yetersizlik,
sözcük ve terim üretimindeki yetersizlik, öğretmen faktörü.
Özensizlik ve Yanlış Kullanım
Dilimizin sözlü ve yazılı kullanımında akıl almayacak yanlışlar
yapılıyor. Kurallarına uygun, doğru ve düzgün kullanılmıyor Türkçe.
İlköğretimden yükseköğretime kadar okullarımızda görülen Türkçe
yetersizlikleri, üniversite öğrencilerimizde bile sık sık göze çarpan
sözlü ve yazılı anlatım kusurları, bozuk cümleler ve söyleyiş
yanlışları, bir dilekçe yazarken yapılan yanlışlar, resmî yazışmalarda
göze batan anlatım kusurları, basın yayın organlarındaki akıl almaz
özensizlikler, sokak ve caddelerde bulunan tabelalardaki yabancı sözcük
hastalığı… Türkçemizin geleceği için önemli bir tehlike oluşturmaktadır.
Radyo dinlerken, televizyon izlerken insan bazen şaşırıp kalıyor.
Osmanlıcadan gelme sözcüklerin yanlış telaffuzları, damıtık dilin
giderek argo dile dönüşmesi, vurguların ve tonlamaların ürkünçlüğü,
görüntülü yayınlarda sunucuların garip el kol hareketleri, konuşma
sırasındaki tuhaf jestleri, Türkçeyi sevenleri üzüyor.
Bazı özel ve yerel TV kanalları ile radyoların, daha kendi adlarından
başlayarak Türkçeye karşı alabildiğine saygısız ve sorumsuz tutumları
yürekler acısı. Son yıllardaki moda deyişle medyada, özel ve yerel TV
kanallarında yeni tip sunucular, haber ve spor spikerleri de moda oldu.
Oysa sunuculuk ve spikerlikte dili düzgün ve pürüzsüz kullanma, fizikî
güzellikten önce gelir, önce gelmelidir. Dil bilinci ve sevgisi onlara
özellikle kazandırılmalıdır. Ekran sorumluluğu bunu gerektirir. Sunucu
ve spiker adayları, öncelikle dili doğru ve düzgün kullanma konusunda
ciddî bir eğitimden geçirilmelidir. Çünkü onlar her gün milyonlara
sesleniyor, milyonlarla yüz yüze geliyor. Örnek olma, model olma gibi
bir sorumluluğu da var onların.
Türkçeye karşı özensizlik, sorumsuz davranışlar, bu dili yanlış
kullanma, ne yazık ki dar ve sınırlı bir çerçevede görülmüyor. Bu
gevşeklik, devlet adamları, çeşitli mesleklerdeki aydınlar ya da aydın
olması gerekenler, öğretmenler, her öğretim kademesindeki öğrenciler
için de söz konusu.
İnsanlarımıza özellikle doğru konuşma, düzgün yazma, duygu ve
düşüncelerini pürüzsüz anlatma becerisi kazandırma konusuna özenle
eğilmek zorundayız. Çünkü üniversitede okuyan gençlerimizin büyük
çoğunluğunda bile önemli dil ve anlatım kusurları ile karşılaşıyoruz.
Yabancı Sözcük Tutkusu
Günümüzde Türkçe, neredeyse ana dilimiz olduğunu unutturacak ölçüde
yabancı sözcüklerle dolduruluyor, kendi sözcüklerimiz acımasızca
dışlanıyor.
Sorunların belki de en önemlisi, dilimizin kamuoyu önündeki kullanımında
görülen “Türkçeden kaçış” diyebileceğimiz süreçtir. Ülkeyi yönetenler,
basın-yayın kuruluşları ve bir kısım aydınlar, çok güzel Türkçe
karşılıkları bulunsa da yabancı sözcükleri kullanmaktan sanki olağanüstü
bir zevk alıyorlar. Türkçe konuşmaktan kaçan bir kamuoyu oluşmuş
görünüyor. Bu durum dilimiz için büyük tehlikedir.
Bugün de benzeri durumlara sık sık tanık oluyoruz. Güzelim uzlaşma
yerine concencous, yoğunlaşma yerine consantrasyon, kontrol yerine çek
etme dedik mi kültürlü kişi oluyoruz. İstanbul Taksim’deki görkemli bir
otelin adı The Marmara, Hilton’daki sergi merkezinin adı Exibition
Center.
Kentlerimizde caddeler, yabancı adlar nedeniyle işgal altındadır.
Kendilerine “entel” denilen bir kısım aydınlar, kendi yurduna
yabancılaşmayı evrensellik sanıyor.
Konuşmada veya yazıda aralara yabancı sözcük sıkıştırmak, bağımsızlık
gururunun nasıl törpülendiğini gösteren acı bir örnek değil midir?
Neredeyse, ana dilimizin Türkçe, anavatanımızın Türkiye olduğunu
unutuyoruz.
Yabancı dil ne kadar önemli olursa olsun, insanın ana dili daha da
önemlidir. Temel görevimiz, gençlerimizi düşünen, eleştiren ve
düşüncelerini düzgün ifade edebilen bireyler olarak yetiştirmektir.
Öğrencinin kendi dilini ikinci sınıf, yetersiz bir iletişim aracı olarak
görmesi çok sakıncalı bir durumdur. Böyle bir öğrenciden kendi diline
ve kültürüne, ana diline saygı duyması nasıl beklenebilir?
1930’lardan 1980’e kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye Gelirleri
Kanunu’nun 21. maddesi, Türkçeyi koruyucu hükümler taşıyordu. Son
yıllarda görülen yabancı dil işgali nedeniyle, ilgili Devlet
Bakanlığınca 1997’de hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştu. Böylece
Türkçeyi yozlaşmalardan koruma, yabancı dillerin inanılmaz baskısından
kurtarma amaçlanıyor.
Nitekim Fransa’da 1994 yılında hükümetin önerisi ile Fransızcayı
İngilizcenin akınından korumak için “Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin
Yasa Tasarısı” adlı bir tasarı hazırlanmış ve yasalaşmıştır.
Fransızcayı korumaya yönelik yasanın bizim için de büyük önem taşıyan 9.
maddesi şöyledir:
“Eğitim, sınavlar ve yarışmalar ile kamuya ya da özel sektöre ait eğitim
kurumlarında yapılan tezler ve bilimsel yazılar için kullanılacak dil
Fransızcadır.”
Bu akılcı yaklaşımla gerçekçi uygulamadan alınacak dersler bulunduğu çok açıktır.
Yabancı Dil Düşkünlüğü
Ülkemizde özellikle 1980’den sonra görülen büyük yanlışlardan biri,
yabancı dil öğretimi ile yabancı dille öğretimin birbirine
karıştırılmasıdır. Günümüz dünyasında yabancı dilin ve yabancı dil
öğrenmenin önemi elbette ki tartışılamaz. Her türlü ilişki, iletişim ve
gelişme için yabancı dil elbette ki çok gerekli. Ama ülkemizde özellikle
son zamanlarda düşülen önemli bir yanılgı, yabancı dilin araç değil
amaç olarak görülmesidir. İşte bu nedenle, yabancı dille öğretim yapan
okulların ve üniversitelerin sayısı hızla artmaktadır. Oysa yabancı dil
amaç değil araçtır.
İşin en acı ve düşündürücü yanı da, yabancı dille öğretim yapan
kurumlarda okuyan Türk çocuklarının Türkçeyi ihmal etmeleri, giderek
unutmaları, özellikle yazılı anlatım yetersizlikleri içine düşmeleri ve
kendi dillerini küçümseyip hor görmeleridir. İşte en büyük tehlike de
burada yatıyor. Ana dilinin yetersiz olduğu inancı ile yetiştirilen bir
genç, kendi diline ve kültürüne nasıl saygı duyacaktır?
O hâlde öncelikle yapılması gereken şey, yabancı dil öğretimi ile
yabancı dille öğretimi birbirine karıştırmamaktır. Çok gerekli olan
yabancı dil öğretimini bütün okul kademelerinde en etkili ve verimli bir
şekilde gerçekleştirelim. Bunun yollarını arayalım. Ama çok gereksiz
olan ve ülkemizin geleceği, kültürü açısından büyük tehlikeler taşıyan
yabancı dille öğretim tuzağından kurtulalım. Bunun için de her şeyden
önce ana dili duygusu, duyarlığı ve dil bilinci gerekir.
Ülkemizde nitelikli insan yetiştirmek istiyorsak, başkalarının diliyle
değil, kendi dilimizle, kendi kültürümüzle yetiştirmeliyiz. Çünkü kendi
kültürünü dışlayan bir toplum, varlık nedenini yadsıyor demektir.
Çağdaş ülkelerin hiçbiri yabancı dilde eğitim yapmıyor. Bu durum, sadece az gelişmiş ülkelerde ve sömürgelerde görülüyor.
Bazı okullarda eğitim yabancı dille yapılırsa Türkiye’nin dış dünya ile
daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha
iyi bilim yapılacağı yolundaki görüşler yanlıştır. Bu görüşler,
emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede
bilim ancak o ülkenin kendi diliyle yapılabilir. Yabancı dille eğitim,
eğitim bilimine de aykırıdır. Çünkü bir insan, dünyayı en sağlıklı
biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en
güzel kendi diliyle anlatabilir.
Ülkemizin tanınmış üniversitelerinden biri olan ve eğitimi İngilizce
yürüten ODTÜ’de yapılan bir araştırmada, öğrencilerin yabancı dille
eğitimden memnun olmadıkları, buna karşı çıktıkları görülmüştür.
İngilizce eğitim yapılan Boğaziçi Üniversitesinde de benzer görüşler öne
sürülmekte, eğitim dilinin Türkçe olması savunulmaktadır.
Türkçenin Bilim Dili Olmadığı Görüşü
Türkçenin bilim dili olarak yetersiz olduğu öne sürülüyor. Eksik
yanları elbette vardır ve bu, her dil için söz konusudur. Peki, böyle
bir durumda yapılması gereken şey, dilimizi tümüyle bir kenara atmak
mıdır, yoksa kendi olanaklarıyla onu geliştirmeye ve zenginleştirmeye
çalışmak mı? Yetersiz ve eksik diye dilimizi kendi kaderine bırakırsak,
Türkçe bir bilim ve kültür dili olarak nasıl ve ne zaman gelişecektir?
İşte hiç düşünülmeyen ve gelecek açısından büyük tehlike oluşturan sorun
burada. Eğer dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından sorumsuzluk böyle
sürerse, Türkçe 14. yüzyıldaki durumuna düşecektir. O zamanlar ve
Selçuklular döneminde aydınlar arasında bilim dili Arapça, kültür ve
sanat dili Farsça idi. Türkçe sadece halk arasında konuşuluyor ve halk
edebiyatı sanatçıları tarafından kullanılıp yaşatılıyordu. Ve dilimizin
bu acı serüveni, yaşam savaşı, Tanzimat dönemine, özellikle 20. yüzyıl
başlarındaki Millî Edebiyat Akımına kadar sürdü. Şimdi ise tehlike daha
çok batı dillerinden gelmektedir.
Büyük ihmale uğramış olan Türkçenin durumuna çok üzülen 14. yüzyıl divan şairi Âşık Paşa günümüz diliyle şöyle dert yanıyordu:
Türk diline kimse bakmaz idi
Türklere hiç gönül akmaz idi
Beş yüzyıl sonra aynı sıkıntı ve sorunları yaşamak zorunda mıyız?
Bunları yeniden yaşamamak için gerekli özeni göstermek, bilinçli
davranmak zorundayız. “Tarih tekerrürden ibarettir.” sözü akla geliyor
ama aslında bu söz yanlıştır. Tarih kendisinden ders almasını
bilmeyenler için tekerrürden ibarettir.
1933 reformunu yaşayan İstanbul Üniversitesine gelen yabancı bilim
adamlarından 3 yıl içinde Türkçe öğrenmeleri ve bu sürenin sonunda
derslerini Türkçe vermeleri istenmişti. Amaç ne? Amaç, Türkçenin bilim
dili olarak kullanılması ve geliştirilmesidir. Çünkü cumhuriyeti
kuranlar, dilin bir ulusun kimliği ve o ulusu yarınlara taşıyan en
önemli öge olduğunu çok iyi biliyorlardı. Düşünülmesi gereken bir soru
şudur: Sanki Türkçe 1933’te bilim diliydi de şimdi mi yetersiz duruma
düştü?
Türkçe Öğretimindeki Yetersizlik
Okullarımızda, hemen her meslekte ve üniversitelerimizde Türkçe yetersizlikleri ile ne yazık ki sık sık karşılaşıyoruz.
Dil eğitiminin temel amacı, kişilerin düşünme ve iletişim becerilerinin
geliştirilmesidir. Dille iletişimin bir yönünü anlatma, öteki yönünü
anlama oluşturur. Bu nedenle bütün ülkelerin eğitim sistemlerinde, dil
eğitimine, özellikle ve öncelikle ana dili eğitimine büyük önem verilir.
Yetişmekte olanlara dilin çok iyi bir şekilde öğretilmesi için
çalışılır. Çünkü dil, kültürün temel ögesidir ve insanları birbirine
yaklaştıran en güçlü araçtır.
Dil eğitiminde asıl hedef; dört temel beceri olan dinleme, konuşma,
okuma, yazma becerilerinin hedef kitleye kazandırılması ve
geliştirilmesidir. Ana dili dersi bir bilgi kazandırma değil, beceri
kazandırma dersidir.
Sözcük ve Terim Üretimindeki Yetersizlik
Bir dilin gelişip zenginleşmesi, çağın gelişmelerine ayak uydurabilmesi için sözcük ve terim üretimi de çok önem taşımaktadır.
Almanya, Fransa, Macaristan gibi ülkeler dillerini yabancı dillerin
istilasından kurtarabilmek için dil gümrüğü adını verebileceğimiz bir
uygulama başlatmışlardır. Bu uygulamaya göre, yeni bir buluş yapıldığı
ya da yeni bir alet icat edildiği zaman, herhangi bir gecikmeye fırsat
vermeden bu kavrama uygun yeni bir sözcük türetilmektedir. Böylece
yabancı sözcükler dile girip yerleşmeden karşılıklar bulunmakta ve dilin
yozlaşması önlenebilmektedir. Türkçede ise yabancı sözcükler dilimize
iyice yerleştikten sonra karşılıklar bulunmaya çalışılmaktadır.
Ülkemizin gümrük birliğine girmesinden sonra bu konu çok daha önem
kazanmıştır.
Türk Dil Kurumu ile Çağdaş Türk Dili dergisinin son yıllarda başlattığı
yabancı sözcüklere karşılık bulma çalışmaları çok olumlu çabalardır. Bu
konuda bazı yanlışlar yapılsa, tartışma götürür öneriler olsa bile bu
tür iyi niyetli adımlardan geri dönülmemeli. Ayrıca bu konuda yazılı ve
sözlü basın-yayın organlarının desteği sağlanmalı. Aksi takdirde yabancı
sözcükler Türkçeye hızla dolmaya devam edecek, dilimiz gelişip
zenginleşemeyecek ve yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulamayacaktır.
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşamasını, gelişip zenginleşmesini
istiyorsak, üretelim, türetelim, yaratalım ve Türkçe karşılıklar bulmaya
çalışalım. Bunun herhangi bir ideolojiyle, sağcılıkla-solculukla,
ilericilikle-gericilikle, tutuculukla, dindarlıkla-dinsizlikle bir
ilgisi yoktur.
Öğretmen Faktörü
Türkçe eğitiminde yer alan ögelerin etkili olabilmesi için okul
binaları, donatım, program, araç-gereç önemli olmakla birlikte, bunları
kullanıp programı uygulayacak olan öğretmenin bilgi ve becerisi
hepsinden daha önemlidir. “Bir okul, ancak, orada çalışan öğretmenler
kadar iyidir.” denilebilir. Görülüyor ki her derste olduğu gibi
ilköğretimden üniversiteye kadar dil eğitiminde de en büyük görev
öğretmene düşüyor. Özellikle ilk ve orta öğretimde. Aslında dil
kusurlarına yalnızca Türkçe öğretmenlerinin ve öğretim elemanlarının
değil, ders veren herkesin dikkat etmesi gerekir. Bu nedenle,
öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimleri büyük önem
taşımaktadır. Hele Türkçe öğretmenlerinin hem kendilerini çok iyi
yetiştirip eksik yanlarını gidermeleri, hem de öğrencileri iyi eğitmek
için yorulup usanmadan çaba göstermeleri şarttır. Bu konuda öğretmen
yetiştiren kurumlara da büyük görevler düşüyor.
İşte bu noktada karşımıza, çözümü gerekli önemli bir sorun çıkıyor:
nitelikli öğretmen sorunu. Unutmayalım ki nitelikli ve başarılı öğretmen
yetiştirmek için, her şeyden önce nitelikli adaylar gerekir.
Üniversiteye giriş sınavında düşük puan alan adayların, öğretmen olmayı
hiç aklından bile geçirmemiş adayların nitelikli öğretmen olmaları
beklenemez. O hâlde yapılması gereken şey, öğretmenlik için geniş
tabandan nitelikli adaylar seçme yoluna gitmek, bu adayları hizmet
öncesinde çağdaş değerler doğrultusunda yetiştirmek, bütün dallardaki
öğretmen adaylarına dil bilinci ve Türkçe sevgisi kazandırmaktır. Bu
yapılırsa, yalnızca Türkçe eğitimi ve öğretimi için değil, öteki dersler
için de nitelikli ve başarılı öğretmenler yetişecek, mesleğin ve
Türkçenin saygınlığı daha da artacaktır. Bu konuda 1959’da kurulan
Yüksek Öğretmen Okulu modeli ve 1970 öncesi eğitim enstitüleri göz önüne
alınabilir.
Şu nokta herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki öğretmenlik, her üniversite mezununun yapabileceği bir meslek değildir.
Öğretmen adayının ve öğretmenin her şeyden önce genel kültür, özel alan
bilgisi, öğretmenlik meslek bilgisi bakımından çok iyi yetişmiş olması
gerekir. Bunun yanı sıra mesleğe uygun kişilik özellikleri, meslek
sevgisi, öğrenci sevgisi, mesleğe karşı ilgi ve yetenekler, meslekî
yeterlikler, düzgün konuşma, Türkçeyi doğru ve düzgün kullanma gibi
temel ölçütler de gereklidir öğretmenlik için.
SONUÇ
Sonuç olarak, Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, varlığını
sürdürebilmesi için ana dili konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık
kaçınılmazdır. Bu konuda tek tek bireyler ve toplum olarak dil bilinci
taşımak, bilinçli çabalar içinde olmak zorundayız.
Dilimize karşı her türlü özensizliği ve yanlış kullanımları alışkanlık
hâline getirmekten kaçınmak, yabancı dil hayranlığı ile yabancı sözcük
tutkusundan kurtulmak, yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde eğitimi
kesinlikle birbirine karıştırmamak, Türkçenin bilim dili olmadığı
görüşüne karşı çıkmak, Türkçe öğretimindeki yetersizlikleri görüp
gerekli önlemleri almak, dil gümrüğü uygulamasına girişmek, sözcük ve
terim üretimine hız vermek, nitelikli ve yeter sayıda öğretmen
yetiştirmek, Türkçemizin varlığını sürdürebilmesi için büyük önem
taşımaktadır.
ÖNERİLER:
Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşaması, gelişip zenginleşmesi için şunlar önerilebilir:
1. “Önce Türkçe!” sloganı kafalara ve gönüllere yerleştirilmeli, herkesi güzel Türkçe öğrenmeye ve kullanmaya özendirmeliyiz.
2. “Önce Türkçe!” konusunda bireysel ve toplumsal duyarlık, dil
duygusu ve ana dili bilinci oluşturulmalıdır. Bu konuda herkese görev
düşer. Asıl sorumluluk ise, örgün ve yaygın eğitim kurumlarına; yazılı,
sözlü ve görüntülü kitle iletişim araçlarına, sanatçılara, yazarlara,
aydın kesime düşmektedir.
3. Özellikle aydın kesim, yabancı hayranlığı ile yabancı sözcük düşkünlüğünden kurtarılmalıdır.
4. Yabancı dil öğretimi ile yabancı dilde öğretimin çok farklı şeyler
olduğu kafalara iyice yerleştirilmelidir. Okullarımızda hâlen
yürütülmekte olan yabancı dil öğretiminin çok verimsiz olduğu göz önüne
alınarak, verimli ve etkili yabancı dil öğretimi için gerekli önlemler
hiç zaman geçirmeden alınmalı, yabancı dilde öğretime ise son
verilmelidir.
5. Verimli bir yabancı dil öğretimi için, yüksek öğretim kurumlarında
ilk yıl küçük gruplar hâlinde ve nitelikli okutmanlarla etkili bir
“yabancı dil hazırlık sınıfı” uygulaması, daha sonraki yıllarda “meslekî
yabancı dil” dersleri önemli bir çözüm yoludur. Ankara Üniversitesinin
TÖMER kanalıyla yürütmekte olduğu hazırlık sınıfı uygulaması esas
alınabilir.
6. Bütün öğretim kademelerinde Türkçe eğitiminin yeterince etkili,
verimli yapılabilmesi için gerekli duyarlık ve özen gösterilmelidir. Bu
önemli konu, gelip geçici olan bakan ya da hükümet politikası olarak
değil, sıkı ve değişmez bir devlet politikası olarak görülmelidir. İşin
özü, etkili ve bilinçli ana dili eğitiminde yatmaktadır. Şunu hiç
unutmayalım ki iyi bir yabancı dil öğretimi için de iyi bir ana dili
eğitimi ön koşuldur.
7. Çok kolay olmamakla birlikte dil gümrüğü uygulamasına bir an önce
geçilmeli, baskın dile/dillere karşı koyabilmek için sözcük ve terim
üretimine yeterince önem verilmeli, çeşitli dallardan uzmanları da
devreye sokarak bu konuda yoğun çalışmalar yapılmalıdır.
8. Dil alanında en etkili kesimlerin başında eğitimciler, öğretmenler
geldiğini göz önünde tutarak, öncelikle Türkçe ve edebiyat öğretmenleri
olmak üzere, bütün öğretmenlerin ana dili duyarlığı ve bilinci ile
yetiştirilmelerine büyük önem verilmelidir.
9. 1930’lardan 1980’lere kadar yürürlükte olan 5237 sayılı Belediye
Gelirleri Kanunu’nun 21. maddesi, çeşitli işyerlerinin kapılarına
asılacak levha ve tabelaların Türkçe olmasını şart koşuyordu. Bu yasanın
uygulamadan kaldırılmış olması ve değişen şartlar durumu tersine
çevirmiştir. Adı geçen yasaya yeniden işlerlik kazandırılması uygun
olur.
10. Türkçenin yozlaşmaktan korunması ve kurtarılması için genel ve
yasal bir düzenleme amacıyla hazırlanan “Türk Dilinin Kullanılmasına
İlişkin Kanun” tasarısı, dil-anlatım ve konuya yaklaşım bakımından
gerekli düzeltme ve düzenlemeler de yapılarak bir an önce
yasalaşmalıdır.
11. Bir ülkenin kültürü ve dili tek başına ele alınamaz. Dil ülkenin
sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik yapısı ve özellikleri ile iç
içedir ve onlardan ayrı düşünülemez. Eğer bir malı veya aracı kendimiz
üretmiyor da dışarıdan alıyorsak, sadece onu değil, onun adını ve onunla
ilgili terimleri de almak zorundayız demektir. O hâlde, ekonomi ve
teknoloji başta olmak üzere her alanda üretmeden tüketmek çılgınlığına
karşı çıkmak da ulusal bir görev ve sorumluluktur. Çünkü üretimi bir
yana bırakarak sadece tüketim toplumu olmakla hiçbir yere varılamaz. Bu
şekilde olup da tarihten silinen toplum ve ülke sayısı az değildir.
Görüldüğü gibi en çarpıcı ve can alıcı noktalardan biri, dili bir bütünün parçası olarak görmek, önce o bütünü geliştirmektir.
Prof. Dr. Cahit KAVCAR
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
KAYNAKLAR
1. AKÜNAL Okan, Zühal; “Yabancı Dilde Eğitim mi? Yabancı Dil Eğitimi
mi?”, Cumhuriyet, Bilim Teknik Dergisi, 1 Mart 1997, sayı 519.
2. ALAYDIN, Ethem; “Öğrenim Türkçe Olmalı”, Cumhuriyet Bilim Teknik Dergisi, 21 Aralık 1997, sayı 509.
3. Fransız Dilinin Kullanımına İlişkin Yasa Tasarısı, Türk Dili, 1994, sayı 514.
4. HENGİRMEN, Mehmet; “Anadili Bilincinin Geliştirilmesi”, AÜ TÖMER İzmir, Ana Dili Dergisi, 1996, sayı 1.
5. KAVCAR, Cahit; “Türkçe Eğitimi ve Sorunlar”, AÜ TÖMER Dil Dergisi, 1998, sayı 65.
6. KAVCAR, Cahit; OĞUZKAN, Ferhan; SEVER, Sedat; Türkçe Öğretimi, Türkçe ve Sınıf Öğretmenleri İçin, Ankara 1995.
7. KEPENEK, Yakup; “Bilim Dili Türkçe”, Cumhuriyet, 4 Kasım 1996.
8. KORKMAZ, Zeynep; “Batı Kaynaklı Yabancı Kelimeler ve Dilimiz Üzerindeki Etkileri”, Türk Dili, 1995, sayı 524.
9. KORKMAZ, Zeynep; “Türk Dilinin Yabancı Dillere Karşı Korunması İçin Alınması Gereken Önlemler”, Türk Dili, 1995, sayı 528.
10. SOYSAL, Mümtaz; “Çifte Edilgenlik”, Hürriyet, 8 Mayıs 1994.
11. TAŞDEMİRCİ, Ersoy; Belgelerle 1933 Üniversite Reformunda Yabancı Bilim Adamları, Ankara 1992.
12. Türk Dilinin Kullanılmasına İlişkin Kanun Tasarısı, Türk Dili, 1994, sayı 514